15 Aralık 2012 Cumartesi

Evet. arada ne oldu. Şişli Etfal Hastanesine yönetici olmayı kabul ettim. Ve yaklaşık olarak 6 haftadır oradayım. Alıştığım,kurduğumuz kültürden çok uzak kendine has kültürü olan bir kurum. Biz Bakırköy de çok şanslıydık. Oranın kurum kültürü yoktu ve bizler hep beraber o kültürü oluşturmuştuk. O da gönüllü kölelik esasına dayanan, çok çalışan ama kurumu da kendinin sayan anlayıştı. Ancak kurum da her halukarda çalışanın yanında duruyordu İyi günde kötü günde. Bu nedenle aidiyet duygusu inanılmazdı. Burada aidiyet duygusu yok. Bıraksanız herkes kaçmaya meyyal. 1.6 çalışan memnuniyeti.Bunun farklı nedenleri olabilir bilemiyorum. Kimisi döneri söylüyor, kimisi buraya ait hayat şartlarını, kimisi sağlık bakanlığının düzenlemelerini. Ancak bunlar her yerde mevcut. Bence bu hastaneye birileri umutsuzluk aşısı yapmış. Geleceğe ait beklenti karamsar. Daha önce Ali Kemal in söylediği bir laf vardı. O zaman anlamamıştım. Buradaki herkes herşeyi biliyor, ama günlük pratiğe geldiğinde uygulamıyor. Siz bunları söylediğinizde ise biz zaten bunları biliyoruz, siz dünkü çocuklardan akıl mı alacağız yaklaşımı!!! O zaman bunun olabileceğine çok inanmamıştım. Ama ben bu hastanede bunu gördüm. Ama hala inanamıyorum. Çünkü ben sağlıkta çalışanların analitik düşünme yeteneğine sahip olduklarını biliyorum. Aslında sorunların ismlerine ve çözümlerine inanılmaz rahat bir şekilde ulaşabiliyorlar. Problem, sorunun çözümünün anlık olarak ona zarar verecek olması. İlginç olansa konuşulduğunda aslında uzun dönemde kendisinin de yararının olacağının herkes farkında. Bu süreçte en çok üzüldüğüm asistanlarımdan uzak kalıyor olmam. Onların bu süreçten zarar görme olasılığı. Aslında önce böyle düşündüm. Ancak sonra bıraktığım klinikte, kuralların katılımla alınması nedeniyle bunun böyle olmayacağını düşünmüştüm. Çünkü tüm kuralları herkesin onayı ile koyduğumuzu düşünüyordum. Bu nedene kendime biraz da yüklenmiştim ilk cümledeki düşüncem nedeni ile. Kendimi dev aynasında görmem nedeniyle. Ve daha 1 ay olmadan kuralların farklılaşmaya başladığını, herkesin kendi kafasına göre kurallar koymaya başladığını ve bunun kaos getirdiğini gördüm. İşte bu noktada kendimi inanılmaz kızgın olarak buldum. Çünkü aslında kurallar insanlar benimsemeden koyuluyormuş ki 1 ay geçmeden hepsi bozulmuş. Ben aslında bir hayal dünyasında yaşıyormuşum. Benim arkadaşlarım dediğim insanlar aslında bunu benimsememişler sadece "miş gibi yapıyorlarmış" Ve asistan arkadaşlarım adına daha fazla üzüldüm. Hele bir de saçlarının zorla kestirilmesine hiç kimsenin tepki göstermemesine. Sizi yok farzederek sizin yönetiminiz altındakilere insanlar bir şeyler yaptırabiliyorsa ve siz bununla ilgili bir tepki göstermiyorsanız siz aslında yoksunuz, fiziki olarak var olmanız bir anlam ifade etmez. Ve insanların size saygı duymasını bekleyemezsiniz.Ve bir diğer nokta insanların sizi kabul etmelerini ve saygısını sadece size devletin verdiği yetkileri insanları mutsuzluğu pahasına kullanarak sağlayamazsınız. İnsanları mutluluğunu düşünmeden başarılı olma şansınız ise asla yoktur. Neyse bugünlük bu kadar.

2 Ekim 2012 Salı

Bir kere salınca gidiyor. Neredeyse 2 ay olmuş.Neler mi oldu. Her zamanki koşturma her zamanki hengame. Ben ameliyat yapmayı seviyorum. Ben mesleğimi seviyorum. Kendimi hasta bakarken mutlu hissediyorum, ya da ameliyat yaparken. Neden mi? İnsan bir şeyi neden sever ki? Bazan şişmanlık ameliyatları yapmayacağım dyorum. Sonra ameliyat ettiğim hastalardan birisi geliyor. Yüzündeki gülümseme, hayata olan bağlılığı muhteşem. Evet diyorum hekimlik işte bu. İnsanların gözündeki o mutluluğu görebilmek. Onda biraz olsun pay sahibi olabilmek. Ama sonra elinize yazı geliyor bütün keyfiniz gidiveriyor. Ama olsun ben bu mesleği seviyorum. Bu mesleği yapmaya devam edeceğim. Neler görmedim ki. Ben kilo aldım, eşim beni boşayacak diyerek ameliyat olmak için gelen bir hasta mı ararsınız, ben artık ayakkabılarımı bağlayamıyorum diyen mi, ben bu vucuttan nefret ediyorum diyen mi? Ama işin kötü tarafı her ne kadar her tür önlemi alsanız da işler kötü gittiğinde ameliyatta, veya sonrasında, ya da aile içinde yine öyle ya da böyle suçlanan siz oluveriyorsunuz. Halbuki küretaja gün almışken siz durdurmuşsunuzdur onu ve çocuk sahibi olmasına neden olmuşsunuzdur, ya da en ufak probleminde sizi aramaktadır yardım için. Size sonuna kadar güvendiğini söylemekte, bunu her şekilde her yerde ifade etmektedir. Ama sonra feda edilecek ya da suçlanacak ilk kişi siz olursunuz daima. Sanırım bu mesleğimin gerçeği. Yapacak bir şey yok. Ben hakkımı helal ediyorum hastalara, ya da yaptıklarımı tekrar olsa sonuna kadar yapmaya devam edeceğim. Ancak hastaların çevresindeki insanlar var ya. Kocaları ya da karıları ya da ablaları ya da her neyse. Onlar için aynı şeyler geçerli değil.

13 Temmuz 2012 Cuma

Evet. Yeni ünvanımız. "Polis düşmanı" Nereden mi çıktı? Nasıl mı kazandık? Kolay. Kurşunlanan polisi ameliyat edip hayatını kurtarırsınız, sonra el üstünde tutarsınız, oluşan pankreas fistülü için ERCP sini yapıp pankreatik sfinkterotomi yaparsınız, tek kişilik odaya yatırırsınız... Yanında refekatçi kalan arkadaşları servisinizin tüm düzenini bozar, çalışanlara sarkıntılık etmeye kalkıştıklarında uyarırsınız, tahlillerin yapılması için acile değilde polikliniğe kan almaya yollarsınız, sonra çok uğraştığını düşünerek acille konuşup tahlillerini oradan yaptırırsınız; kendisine yan baktığınız gerekçesi ile hastanın yanındaki kişi tarafından arkadaşınız Sağlık Bakanlığı özel kalemine şikayet edildiğinde siz tepki gösterirsiniz.... Ve mutlu son. Bu ünvanı alıverirsiniz grup olarak. Nasıl kolaymış değil mi? Ben şunu söylüyorum inşallah o bize polis düşmanı diyenler kendilerini tanıtma fırsatı bulamadan bir karakola düşerler. İnşallah orada normal vatandaşa yapılan muameleye maruz kalırlar.... Bir insana bundan daha büyük beddua olmaz sanırım. Bir insan çok kolaylıkla ben hekimleri sevmem, ben doktorları sevmem diyebilir.Bu çok doğal karşılanır. Peki acaba ben polisleri sevmem diyebilir mi acaba aynı kişi? ya da ben hakimleri sevmem,savcıları sevmem diyebilir mi? Milletvekillerini sevmem diyebilir. Peki ben komiserleri sevmem diyebilir mi sizce? Ve daha da önemlisi bu normal karşılanır mı sizce? Hekimler kendi forumlarında .....bey hekim düşmanı deseler, bu kişi endise duyar mı acaba? Peki polisler kendi forumlarında sizi polis düşmanı olarak yaftalarsalar ne olur acaba? Sizce ne düşünülmeli, ne yapılmalı, ne hissedilmeli. Oysa bir sorsalar gerçekten ne düşündüğünüz. Bir sorsalar ne hissettiğinizi. Ben toptan kamplaşmak istemiyorum. Ben polisler kötü, hekimler iyi, öğretmenler kötü, mimarlar iyi demek istemiyorum. Her grubun birbirini düşman olarak bellediği bir sistemin içinde yer almak istemiyorum. Herkeste iyi ya da kötüler var. Biz kendi içimizdeki kötüleri ayıklamak zorundayız. Herkes kendi içindeki kötüleri ayıklamak zorunda. Sistemin kötülüğünden orada çalışanları sorumlu tutamazsınız. Ben aynı şeyden şikayetçiyken bunu nasoıl söylerim. Sağlık sisteminin aksayan yanlarından hekimin suçlanmasından şikayetçiyim. Ben sadece çizilmiş çerçeve içinde hareket ediyorum. Sistem kötü dizayn edilmiş. Ama sistemi çizen değil uygulayan suçlanıyor. Böyle saçmalık olmaz. Sistemi dizayn edenleri sorgulamak gerekli. Söylediğim sadece bu. Öbür taraftan ben memur değilim, başkaları ısrarla aksini söyleseler de? Beni memur olduğuma kimse inandıramaz. Ben "Hekimim". Ben "Genel Cerrahi Uzmanıyım". Onlar ne derseler desinler ne yaparlarsa yapsınlar, ben etik değerlerden ve din, dil, ırk, meslek ayrımı yapmadan hastaya yararlı olmaya çalışmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Allah'ın bizim ellerimize bahşettiği, ustalarımızdan aldığımız, Bir Tokat lı nenenin deyimiyle "Hz. İsa'nın ellerinden yadigar" şifacılık hanginizde var? Bu benim oyunum. Kimsenin oyununu oynamak zorunda değilim. Bu maç benim, kuralları bana ait. Bu kuralları, siz üç kuruşluk laflar ediyorsunuz diye bozmayacağım.

8 Temmuz 2012 Pazar

İktidari ele geçirdiğinizde elinize gecen şansı nasıl değerlendireceğiniz önemlidir gercekten. Gecmis donemde size yapılanların öcünü mü alacaksınız, yoksa bir daha böyle seyler olmaması İcin objektif kriterler koyup ona göre mı davranacaksiniz? Kolay olanın ilki olduğunun farkındayım. Ama o zaman sizin de şikayet ettiginiz insanlardan ne farkınız kalır ki? Biz adil olmak zorundayız. Adaleti sağlamak ve onun sürmesi İcin gerekli olan koşulları sağlamalıyız. Bu bazı dönemlerde bizi acitsada bunu yapmak zorundayız. Kuralları koymalı ve onları işletmeliyiz.Biz bizi biçtiler diye birilerini bicemeyiz,biz bize haksızlık yaptılar diye birilerine haksızlık yapamayız. İNSAN olmak bunu gerektirir.

17 Haziran 2012 Pazar

Düzenli yazamıyorum artık. Bu aralar, yok bunu geri aldım sürekli bir hengame içinde koşturuyorum. Önceleri kendime hata buluyordum. Düzenli olamıyorum ya da organize olamıyorum diye ama yok. Sürekli bir şeyler çıkıyor işte. Arada annem-babam geldi gitti. Ev taşıdık. Falan filan. Ne diyorsunuz benim rüküşlerime

2 Haziran 2012 Cumartesi

Yine ara vermişim epeyce. Arada buraya yazmak lazım ne oluyor diyor. Biraz izin yaptım arada. 2 hafta kadar. İyi geldi. Kafam daha rahatladı. Bu arada Ulusal Cerrahi Kongresine gittik. Robotik Cerrahi Kursunda mide yi anlattım. fena değildi. Ama her zamanki çekememezlikler, her zamanki dengesizlikler.Yapacak bir şey yok bazıları bazı şeyleri kendi tekellerinde görüyorlar. Başkaları bunları yaptığında saygı sınırları zorlanmaya başlıyor. Sonrasında Kasım ayındaki Avrupa kongresinde, bana sorulmadan bana verilmiş bir oturum başkanlığını reddettim. İsterseniz Bakırköy den size robotik ameliyat yapabilirim dedim, tepki malum. Bazıları böyle bir şeyin üzerine atlayabilir ama bana göre değil. Başka...önemli olan tamamen standartları koymak ve ona herkesin uymasını sağlamak. Bizi diğer ülkelerden farklı kılan bu. Aslında kuralları koyuyoruz, ama bunu uygulamaya yanaşmıyoruz. Neyse bir diğeri, saygısızlık yapan bir meslektaşınıza ne yaparsınız? Telefon açıp insanlara küfreden birine. Herhalde yok saymak lazım. O seviyeye düşmemek en iyisi. Belki de en acıtıcısı budur, yok sayılmak, hiçlik duygusu. Daha önce de söyledim. Artık hayatımda kavga dövüş istemiyorum, ha bu kaçtığım anlamına gelmiyor. Gerekirse bunu da yapmak lazım. Ancak her kavganın içine atlamanın da anlamı yok ))))) Bugünlük bu kadar yeter.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Evet yine ara verdim epeyce. Öncelikle Fenerbahçeyi tebrik ediyorum galibiyetleri için ve yöneticilerini bu kriz yönetimi için. Ancak Trabzonsporun bir taraftarı olarak ve bir insan olarak belirtmem gerekenler var. Adalet duygusunun kaybolduğu yerde insanlar kendi adaletlerini kendileri dağıtmaya kalkışırlar. Aslında geçen gün maçta olanlar da bunlardı aslında. Ve aslında Türkiye de adalet ve hukuk kavramlarının neler olduğunu biz zaten biliyorduk, ama toplum tarafından da iyice anlaşılmış oldu. Koca koca insanların seçkinci biz yapınca olur, siz zaten figüransınız düşüncesini burada iyice anladık artık. Ve Zühtü abi, seni bir kere daha takdir ediyorum. Bir gün neden hiç kafeteryaya gelmediğini sormuştum. Bana yan masada küfür eden adama az sonra nasıl hekimlik yapıp kendimi dinletirim demişti. Ben hekim gibi yaşadım, hekim davrandım, hekim gibi davranıldım demişti. Ve abi seni anlıyorum. Bu sosyal medyada artık sadece düzgün davrananların benimle iletişim kurmasına izin vereceğim. Ve arada İstanbul Tabip Odası seçimleri. Yine, yeniden DKG.Tebrik ediyorum diyecem olmayacak. Ama bu seçim yapacak bir şey yok biz demk ki buyuz. 2 gün önceden açıklanan insanlara ne yaptıklarını ya da ne yapacaklarını bilmeden sormadan gidip oy atıyoruz. Ama ben kendimi bu hengameden ayrıştırdım. Bu seçimde gittim ve 1 gün önceden onaylarını aldığım A.K ve V.S nin aday listelerinde olmamalarına rağmen isimlerini yönetim kuruluna yazdım, başka kimseyide hiç bir yere yazmadım.Ve çevremdeki herekse de aynı şeyi söylüyorum önümüzdeki seçimde bağımsız yönetim kurulu adayı çıkartmamız gerekli diye. Şu andaki başkan Taner bey nezaket gösterip gelmiş oy istemek için ona da sordum. Tabip odalarının temel görevi nedir diye. Hekimlerin hakları mı öncelikli toplumun sağlığı mı diye. Sizce ne cavap verdi? Her ikis de eşittir dedi. Bu yasa ile tabip odasına yüklenmiş görevmiş. Bana ne devletin yüklediği görevden. Tabip odasının temel görevi bence hekimlerin haklarıdır. Hekimliğin bu kadar yerlerde süründüğü bir dönemde toplumun sağlığı diye bir derdim olamaz. Benim derdim ancak hekimlerin nasıl daha kaliteli bir eğitim alşdığı, mezuniyet sonrası nasıl kalitelerinin korunduğu, daha az çalışıp, nasıl daha çok sosyal imkanlara sahip olduğu, hastalarına nasıl daha kaliteli bir sağlık hizmeti verdiğidir. Toplumun veya devletin sağlığı ile ilgili bir derdim olursa gider bir parti kurar seçimlere giredim. Siyasi iktidar seçimleri kazanmış ve halkın onayladığını düşündüğü bir politika izliyor. İşte hekim örgütünün görevi, bu politikaların uygulanması sırasında hekimlerin zarar görmesini engellemek, hatta mümkünse yeni kazanımlar elde etmesini sağlamaktır. Ancak DKG ve onun temsilcisi olan başkan toplumun sağlığını hekimlerin hakları ile eşdeğer seviyeye koyuyor. Zaten temel problemde bu sanırım. Bizim Mehmet in deyimi ile o zaman seçimlerde sadece hekimlere değil halka da oy kullandırtalım.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Bu akşam eve geldim. Çocukları gördüm. Yusuf Kayra koşturarak elimden tuttu, çekiştirdi. Dinazor kitabını gösterdi. Okumam gerekiyormuş. Hilal soluma, Yusuf Kayra sağıma ve Aysara kucağıma oturdu. Yusuf Kayra nın dinazor kitabını, sonra Hilal in kültürlü kurt kitabını ve Ayasara nın sayıları öğreten kitabını okuduk. Ve o arada aklıma öldürülen hekim arkadaşım geldi. Geride kalan 4 aylık bebek, hamile bir eş. Alacağı maaş 1400 TL. Evet sevgili devletim teşekkür ederiz. Peki ne için öldürüldü. Mesleğini yaptığı için. Her gün en az iki tanesini ameliyat ediyoruz. Bunu kim sağladı.İnsanların kafasındaki bu algıyı. Hürriyetin haberi veren sayfasındaki yorumlara baktım. En az %50 si aleyhte . insanlar bırakın saygı duymayı ölenin arkasından saygı göstermek, kötü konuşmamak gerektiğini unutmuşlar. Ve bakanlık dün akşam yaptığı açıklamanın saçmalığını anlayıp apar topar değiştirmiş. Ama bunda bile hala aynı üstten bakış, hala suçlayan anlayış var. Bir de görevi başında öldürülen polis memuru ile kıyaslama var.Evet bizim görevimizin tanımında da, ne demişti başbakanımız mesleğin kaderinde de vurulmak var galiba. Tıp Fakültelerine artık yakın dövüş sanatları, silah kullanma eğitimi koymak gerekli. Neyse ben muhafazakar bir adamım. Ama bu ayrı bir şey. Bu yapılan bu yapılmak istenen ayrı bir şey. Bir başka bildiğim ise yarın ki greve kesinlikle ses çıkartılmayacak gayet doğal karşılanacak. Hiç bir soruşturma olmayacak. Sonra direnç kırılıp gidecek ve eski tas eski hamam. İşte bekledikleri bu. Ve muhtemelen olacak şey bu. Artık ruhumuza işleyen o herşeyi çabucak bitirme dürtüsü burada da devreye girecek. Umarım haksız çıkarım.
O kadar çok sevdiğim mesleğim için, hayata yapmak için geldiğimi düşündüğüm mesleğim için, ilk kez bugün para kazanmak, hayatımı sürdürmek için kullandığım bir araç olabileceğinden bahsettim (((((((((((( Bu mudur? Buraya kadar mı? Umarım geçicidir. Sabah hastanın biri (Mide kanaması ile gelmiş, acil yaptığımız endoskopide mide kanseri tanısı konmuş, aslında ayaktan hazırlanabilecek bir hasta, ben de etrafta sürünmesin, bir an önce ameliyatını hazırlayalım diye yatırmaya çalıştığım ama yer yokluğundan acilde tutarak hazırlamaya çalıştığımız bir hasta) ben gazeteciyim, ama normal vatandaş gibi geldim, beni servise almıyorsunuz ben oraya yatmasını bilirim, diye konuşmaya başladı. Bir başkası arıyorum 184 ü işimi yaptırıyorum diye konuşuyor.

17 Nisan 2012 Salı

Gaziantep te bıçaklanan hekim ameliyata alınmış. Ama galiba kurtarılamamış. Umarım bu haber gerçek değildir ve meslektaşımız sağlığına kavuşur. Peki sayın yöneticilerimiz ne yapmış. Geçmiş olsun mesajı yayınlamışlar. Başka... Sağlık çalışanlarının güvenliğini onlara saldıran, bıçaklayan, öldürenlere emanet etmiş. Merak ediyorum acaba bir hekim bir hastayı bıçaklasaydı ne olurdu. Sizce saat kaç olursa olsun hemen koşturararak ziyaretine gidilir miydi? Açıklama yine 576 hasta memnuniyeti üzerine kurulmuş. Bu durumda bile böyle davranılması yeterince açıklayıcı sanırım. Peki ey hekimler siz ne yapmayı planlıyorsunuz. Yarın....

15 Nisan 2012 Pazar

Pes diyebilir miyim.
Bu kadar enerji nereden geliyor ki?

11 Nisan 2012 Çarşamba

Yine ara verdim biraz. Bu bir alışkanlık sanırım. Hayat bakış gibi bir şey. Bazan boşveriyorsun herşeyi. Sizin için en önemli hale gelenler bunlar oluveriyor birden.Bir ara hastalandılar. Evet şimdi artık babamı daha iyi anlıyorum.
Ve artık saç tıraşını oğlumla beraber gdiyoruz aylardır. Önce o ikna oluyor. Bu sefer saçlarının nasıl olması gerektiğini berbere kendisi söyledi. "kirpi, kirpi" olacakmış saçları.
Kızlarda o sırada anneleri ile alışverişe gittiler ve sonrasında da mutlu son dondurma saati.
Ve en önemli resim sonraya. Bana bu kadar aşkla bakıyor mu bilemiyorum. Ciddi kıskanma eğilimindeyim.
Ve ben bunlara nasıl aşık olmayayım ki???????

24 Mart 2012 Cumartesi

Bakın ne buldum
Söz veriyorum; Seni ilk gördüğümde hissettiklerimi asla unutmayacağıma, daha hiçbir şey yokken seni tanıştırdığım babama söylediğim “bu kızı alacam”daki kararlılıktan hiç vazgeçmeyeceğime, peynirli sandviç yememize izin vermeyeceğime, daracık alanlara sığacağıma, su istediğinde kalkıp getireceğime, günde en az bir kez seni sevdiğimi söyleyeceğime, bunu hiç unutmayacağıma, hep bir kez yutkunarak konuşacağıma, senin için daima yanında olacağıma, şu ana kadar yaşattığım hayal kırıklıklarını bir daha yaşatmayacağıma, toporonguazlı pasta bulacağıma, burnun akarken onu sileceğime, ilacını ellerimle getireceğime, sadece senin için sana bakacağıma, savaşmaktan vazgeçeçeğime, şu ana kadar yeterince veda sahnesi yaşadık deyip sımsıkı sarılıp gitmene izin vermeyeceğime, yetmişindede de sana sevgiyle sarılacağıma ve bir daha asla seni bırakmayacağıma, seni ömür boyu seveceğime, Söz veriyorum Tabii ki “BENİMLE EVLENMEN” şartıyla SENİ SEVİYORUM
Ne mi bu? Esra nın mezuniyet yıllığına yazdığım yazı. Ha bu arada henüz istifa etmedim-)))))
Dedikodulara aldırmayın derim ben

17 Mart 2012 Cumartesi

Arada katılmadığım şeyler olsa da genelde doğruları yazmış abim. Biraz ağzı bozuk olsa da bir okumakta yarar var.
Ekşisözlük'de okudum, bakın ne güzel anlatmış adam. From: malpraktis denen bişey var, performans sistemi var, bi de bu eklenince tüy de dikilmiş oldu. öncelikle, bazıları şunu hala anlayamamış; her doktor para kazanmak için doktorluk yapmaz ama para kazanmadan da hiç bir doktor doktorluk yapamaz. malpraktis, yanlış uygulama demek. hastaya yanlış tedavi yaptığın zaman götünden kanı alıyolar. alsınlar tabi. misal ben yanlış tedavi yaptığım için 200.000 tl ceza ödüyorsam ve malpraktis oranı aşağı yukarı 10.000 hastada birse, bana önce hasta başı, 200.000 bölü 10.000 eşittir 20 tl'den çok para versinler, sonra hata yaptığımda çatır çatır alsınlar parayı. allah değilim, mutlaka hata yapıcam. bi mühendisten, öğretmenden, memurdan %0 hata beklemiyorsan, benden de bekleyemezsin. ama senin işin insan sağlığıyla ilgili diyorsan ve binde bir hatta onbinde bir bile olsa hata yaptığım taktirde hesabını soracaksan, karşılığını da vereceksin. 10.000'de 1 hatamda tonla paramı alıyosan, 9999 doğru kararımda da hatamı telafi edebileceğim parayı vereceksin. kara kaşım kara gözüm için değil. bildiğin matematik gereği. vermezsen doktorluktan para kazanamam, doktorluk yapamam, doktorsuz kalırsın. ya da hatamı gizlerim, gerekli gereksiz bin tane film çektirip, bin tane tahlil yaptırıp kendimi garantiye alırım. sen de, sağlık sisteminin harcamaları neden bu kadar çok, tomografi için neden 1 ay sonraya gün verdiler diye düşünür durursun. performans sistemi de doktorun yaptığı iş oranında ödeme alması demek. öyle anlatıyolar ama aslında durum öyle değil. iki farklı hastanede, aynı işi yapıp, aynı sayıda hasta bakan, birbirinin tıpa tıp aynı iki doktordan biri performanstan 3000 tl alırken diğeri 300 tl alabiliyor. neden? çünkü, "döner sermayeden aldığın pay = (hastanenin o ayki geliri - hastanenin o ayki gideri) x senin performans puanın / hastanedeki herkesin toplam performans puanı" gibi bişey. anlamadıysan, hastanenin gideri artarsa performans gelirin düşüyor. yolsuzlukla, otla bokla hastanenin giderleri artınca ben emeğimin karşılığını alamıyorum. diyelim ki hiç yolsuzluk yok, puanımın karşılığını tam olarak alıcam, o zaman da sorun çözülmüyor. para kazanabilmem için çok hasta bakmam, çok tahlil, çok film istemem, çok girişimsel işlem yapmam lazım. zaten malpraktis yüzünden götüm tutuşmuş durumda, poliklinikte 5 dk'da doğru dürüst tanı koyma riskine girmiyorum, yazıyorum tahlili, istiyorum filmi, bugün git 1 ay sonra filmin çıkınca gel diyorum. film ve tahlilden ayrı puan, muayeneden ayrı puan alıyorum, 1 muayene puanı da 1 ay sonra film çıkınca alıyorum. senin tanın gecikiyor, işin uzuyor ama ben kendimi garantiye alıyorum. bu arada da daha çok para kazanıyorum. netice de allah değilim demiştik. her hastaya 1 saat ayırsam bile hata yapacakken, o günkü kırkıncı hastamda kendi yargılarıma güvenme riskine girmiyorum. çünkü, hastane bahçesinde avukatlar müşteri ararken, kazandığım üç kuruşu malpraktis davasında tazminat olarak ödersem, doktorluktan para kazanamam, doktorluk yapamam, doktorsuz kalırsın. şimdiye kadar iyi şeyler olarak gördüğün malpraktis ve performans uygulamalarının seni ya doktorsuz bırakacağını ya da kötü sağlık hizmeti almana neden olacağını, suçlunun da doktorluk yapmamakla kötü de olsa doktorluk yapmak arasında kalan doktor olmadığını anlamışsındır heralde. ben doktor olsam öyle yapmaz böyle yapardım dediğin mantıklı bi önerin varsa yaz, okuyalım, öyle yapalım. hastanın doktora puan vermesi sistemi, teknik bilgisi konusunda değil de nezaketi, temizliği, ilgisi vs için puan vermesi, bu sayede daha saygılı, ilgili, titiz doktorların ödüllendirilmesi; asık suratlı, hastaya "sen" diye hitap eden, emir kipiyle konuşan doktorların cezalandırılmasını amaçlıyor. aslında öyle değil ama öyle olsun. düşün şimdi, ben poliklinikteyim, sen de hastamsın. göğsünün sol tarafında ağrın var. benim sana bakmam için 5 dakikam var. içeri girdin, buyrun neyiniz vardı dedim.göğsümün sol tarafında ağrı oluyor dedin. buna sebep olabilecek nerden baksam 30 tane hastalık var. benim bunları elemem lazım. sırayla sorucam: ağrı tam olarak nerede, belli bir noktada mı yoksa yayılıyor mu, batar gibi mi yoksa sıkıştırır gibi mi, ne zamandır ağrı var, aniden mi başladı yoksa hafif başlayıp giderek arttı mı, bütün gün mü devam ediyor yoksa ara ara gelip gidiyor mu, kolunu hareket ettirince göğsünde ağrı oluyor mu, nefes darlığı var mı, öksürük var mı, öksürünce daha çok ağrıyor mu, balgam var mı, balgam varsa kanlı mı, ne renk, kıvamı nasıl, yürüyünce, merdiven çıkınca ağrı değişiyor mu, baş dönmesi, bayılma oluyor mu, çarpıntı var mı, gece kaç yastıkla yatıyorsun, geceleri nefes darlığıyla uyanıyor musun? sorulacak şeyler daha bitmedi ama sen anladın olayı. ben bunları makina gibi hızlı hızlı söylesem sen de hiç lafı dolandırmadan, kısa ve net cevaplar versen bile 5 dakika dolmuş oluyor. daha muayene etmedim, eski hastalıklarını, kullandığın ilaçları, geçirdiğin ameliyatları, alerjilerini, ailede benzer sıkıntısı olanların olup olmadığını sormadım. bu arada sıradaki hasta kapıyı açıp kafayı uzattı bile. daha ne kadar beklicem diye soruyor. bu şekilde günde 20 tane hasta bile bakamam ama bazı günler 100 tane hasta bakmam gerekiyor. o yüzden napıyorum? hayati tehlike oluşturabilecek hastalıkları 2 dakikada 3-5 soruyla eliyorum. 1 dakikada ciğerlerini ve kalbini dinlemekten ibaret bi muayene yapıyorum, 1 dakika içerisinde en iyi tahminime göre ilacını yazıp tomografi ve kan tahlillerini istiyorum, bilgileri bilgisayara giriyorum ve tomografi sonucuyla tekrar gelmek üzere seni yolluyorum. senin tanın gecikiyor, yanlış tedavi alma olasılığın artıyor, defalarca hastaneye gitmen gerekiyor. buna not verme sistemini de ekle. bi doktor bu durumda ne yapar? çoğu doktor bi bok yapmaz. eskiden ne yapıyorsa şimdi de aynısını yapar. elinden geldiğince hızlıca tanı koyup, tedaviyi yazıp, tahlili, filmi ister, sıradaki hastaya geçer. bu arada hasta lafı dolandırıyorsa, yani senin gibi kısa ve net cevaplar vermiyorsa, komşusunun da göğsünün ağrıdığından, bi doktorun ona falanca ilacı verdiğinden falan bahsediyorsa hastanın sözünü keser, hastayı dinlemeyen ilgisiz doktor olur. bu döngüyü sabahtan beri ellinci defa tekrarlarken hastanın yüzüne gülmediği ve hasta muayene için soyunurken acele ettirdiği için saygısız doktor olur. puanı düşer, ceza alır, kazandığı para azalır. bi süre sonra doktorluktan para kazanamaz,doktorluk yapamaz, doktorsuz kalırsın. üçkağıtçı doktor ne yapar? hastayı ilgili konulara yönlendirmek için sözünü kesmek yerine, olan vaktini hastanın ilgili ilgisiz cevaplarını dinleyerek geçirir, akciğerinin bi kısmını, kalbin tek odağını dinleyip karını şöyle bi mıncıkladıktan sonra, yarım yamalaktan da az bulguyla en geniş spektrumlu antibiyotiği yazar, tahlil ve film ister, bu arada hastanın yüzüne güler, girişte çıkışta elini sıkar, siz diye hitap eder. ilgili ve saygılı doktor olur. senin tanın daha da gecikir, yanlış tedavi alma ihtimalin daha da artar, hastaneye daha da fazla gelirsin. kırk tane doktora ilgisiz şeyleri tekrar tekrar anlatıp durursun. şimdi eğer varsa içindeki doktor nefretini bi kenara bırakıp, sadece kendi çıkarını düşünerek, malpraktisi, performansı, not vermeyi topla kafanda. hala bu sistemi savunabiliyosan, doktorlar daha ilgili, daha saygılı olacak diyosan, daha iyi sağlık hizmeti alacağını düşünüyosan aynen devam et. ama kendi sağlığını düşünüyosan bunlara bi dur demen lazım.
Siz ne dersiniz?

8 Mart 2012 Perşembe

Hiç tahmin etmediğim bir okunma sayısı. Biraz daha dikkatli mi yazmak lazım ne. Aman Allah ın bildiğini kuldan mı esirgeyeceğim. Bugün kendi asistanlık zamanıma gittim. Ben de istifa etmeye kalkışmıştım Kaya hoca yüzünden. Hocanın fi tarihinde yarık damakla ameliyat ettiği hastayı servise yatırmıştı göz ameliyatı olması için. Ben de o akşam nöbetçiyim. Zaten olmama şansı yok. 22 nöbet yazmışlardı. Neyse buna bir tomografi çekilecek demişlerdi. Sene 1995. Hız malum. bir de hasta ücreti ama para ödemeye niyeti yok ve hocanın hastası olduğu içinde ücretsiz çekilmeli. Zor iş. Neyse aşağıya indi. Asistan arkadaşlara rica minnet yemek sözü falan çekmeye ikna ettim. Saat 21.30 da dediler. Tam o saate yaklaşırken unutmam sklerodermalı bir hasta solunum yetmezliğine girdi. Tam onla uğraşmaya başlarken personele hastayı 21.30 da aşağı indirmesini, onunla kalmasını, sonra çekildikten sonra da yukarı çıkartmasını söyledim. neyse sklerodermalı hasta ancak saat 00.30 gibi stabilleşti ve ben de hocanın hastasına uğradım uyuyordu, personele sordum, çektirdim dedi. Ben de acayip keyif bana verilen görevi yaptım ya. Sabah saat 06.00 da odaya girdim. Hasta ben sana soracağım diye bağırdı. Anlamadım ama serde lazlık var sen bilirsin dedim ve çıktım. Sonra ameliyathaneye gittim asistansa doğal olarak. Saat 10.00 gbi aşağı haber geldi. Kaya hoca gelmiş ve renkli gözlü, esmer, Trabzonlu asistanı aramaya başlamış. Etraftaki telaşı tahmin ederseniz. O gün aşağıda olduğum için yırttım. Ertesi gün yine aynı saat. hoca geldi. Beni gördü ve vizite başladık ve sorular yağmur gibi geliyor bir yerde bilemedim.Ve başladı bağrınmaya sana teslim edilene sahip çıkamayan adamdan genel cerrah olur mu ile. Devam etti. Ben başım önde dinliyorum. bir ara garip bir laf etti. Bu arada bende bana laf gelmesin diye istenenin daima bir fazlasını yapıyorum O garip lafı duyunca kafamı kaldırıp ona baktım. Bu seferde öyle bakarsan zamanı gelince bana da sorarlar bu adam nasıl diye dedi. Alenen tehdit ediyor. Neyse araya Dursun hoca girdi ve olayı sonlandırdı. Ben vizit sonrası istifa dilekçemi yazım ikinci kata indim.Ben Tıp Fakültesine genel cerrah olacağım diye girdim, ilk tercihim Çapa ve oraya kazanmışım. Genel Cerrah olma arzum hala devam ediyor ama orada artık işimin olmadığını başka bir yere geçmem gerektiğini düşünüyorum kendimce. 22 nöbet tutuyorum deli gibi çalışıyoum, bir yandan gezmeye çalışıyorum, ilk bulduğum yerde de uyuyorum. Yani klasik cerrah gibi davranıyorum (Klasik cerrahların özelliklerini bilmeyenler için 5 özellik var. İlk bulduğunda yer, ilk fırsatta uyur, ameliyat yapar ve 4 ve 5. ciyi buraya yazamıyorum birebir anlatırım isteyene)Çalışmak dediysem ameliyathane yüzü görmüyorum bu arada. (ofis boy--))))))Bu iyiymiş) ama yine de mutluyum. Tam istediğim yerdeyim. Burayı bitirdiğimde yarı Tanrı olacağım ya. Neyse Türker abi beni gördü. Ne o dedi? Anlatınca da benimle konuştu biraz kendi başına gelenleri anlattı. Ve ben rahatlamış olarak odadan çıktım.Eski günler--))))))) Ve bizimkilerin doğum günü pastaları Tahmin edin bakalım bu dinazor kimin ki?
Evet Kayra. Bu kelebek ve çiçekler sizce
Evet bildiniz özgür kızım Aysara'm. Ve tabii ki unicorn.
Hilal'im kızım tabii ki.

7 Mart 2012 Çarşamba

Benden başkası var mı Doçentlik belgesini bulamayan-))))

6 Mart 2012 Salı

"Dad, dad, I can touch my leg" Hilal büyüdü sanırım artık. İlk cümlesini de kurdu. Bakın daha neler yapıyorlar.

4 Mart 2012 Pazar

Geçen hafta sonu Fener bahçe de idik. Benim fıstıklara bir bakarsanız benim işimin zor olduğunu görürsünüz. Çocuklar yeni doğmuş. Optimum da dolaşıyoruz. Karşıdan 2 tane uzun boylu, renkli gözlü, siyah saçlı düzgün fizikli 20 li yaşlarda iki kız geliyor. Baktım Esara yı almış bir gülme. Ne oldu dedim. Meğerse ben gayri ihtiyari ooof of benim kızlarda bunlara benzeyecek demişim. Esra gülerken bir yandan da önceden olsa ne güzel kızlar derdin şimdi ooof of çekiyorsun )))))))
Ve ben resimdeki fıstıkları (dememe bakmayın ikisinin çişi gelmiş üç çocuğu) Esra ya bırakıp ameliyata gitmek zorunda kaldım. Cerrah karısı olmak böyle bir şey işte(((((( Geçen hafta boyunca komplike olan bir hasta ile uğraştım. Anastomoz kaçağı, yoğun bakım, açık batın, STAR.... Allah'a şükür toparladı. Eee cerrahinin sonuçları bu işte. Yapacak bir şey yok. Komplikasyon istemiyorsan cerrahi yapmayacaksın. Bu arada her gün en az 2 kanser ameliyatı yapmaya başladık. Referans merkez haline dönüştük.

2 Mart 2012 Cuma

Evet nerede kalmıştık. Sizce çocukalar kitap okumak ne kadar zor olabilir.
Ve sanırım Kayra nın standartları yüksek olacak. Niye mi. Seyrettiği şey bakarsanız anlarsınız. Victoria Secret yılbaşı defilesi))))))))))))))

29 Şubat 2012 Çarşamba

Bu aralar bir sadaka vermem lazım sanırım. Yorgunluktan akşam uyuya kalmışım. Kalktığımda Zafer abinin aradığını gördüm. Geri aradım. Yarın ki gazete haberini söyledi. TK isimli bir hasta. Bundan 2 yıl önce bizde apandisit ameliyatı yapılmış. 3 gün sonra karın ağrısı ile tekrar ameliyat etmişiz ve ince barsak perforasyonu ile ileostomi açmışız. Sonra ileostomisi kapatılmıiş, ancak bu seferde anastomozu açılmış. Tekrar stoma yapılmış. Biz birkaç sefer hastaneye yatırmışız, ancak kendisi Batman da stomasını kapattırmış ve sonra bu birleştirmenin de kaçırması ile tekrar bize gelmiş. Yatırmışız, ancak ameliyat etmeyeceğimizi kapanması için bekleyeceğimizi öğrenince alıp bir üniversite hastanesine götürmüşler, orada önce bizim önerdiğimizgibi beklenmiş kapanması üzerine ameliyat edilmiş ama yeniden barsakta diklen alan açılmış. Ve o şekilde evine yollanmış. Ailevi akdeniz anemisi, orak hücreli anemisi ve muhtemelen iltihabi barsak hastalığı var. 17 yaşında bir kız. 2 yıldır dolanıyor hastane köşelerinde. Bundan dolayı çok üzgünüm. Ancak haberde ameliyatları benim yaptığım yazılıyormuş. Zafer abi hastane ismini çıkarttığını söyledi. Ancak benim isim rumuz olarak orada varmış. Şimdi doğrular. O ameliyatların hiçbirine ben girmedim. İlk ameliyatların olduğu dönemde sorumlu değildim. Sonraki dönemde tedavisini ben yönlendirdim. ......Bilmeyenler için yazıyorum. 2 yıldır bakanlık onaylı olarak şefliğe vekalet ediyordum. çok da dert etmedim vekalet asalet işini, bugünkü yazı gelene kadar. Benim için önemli olan hastalara verilen hizmet ve insanlara nasıl yararlı olabileceğimdi. Mümkün olan her tür yeniliği devletin imkanları ile hastalara herhangi bir menfaat beklemeden sunmaya çalışıyordum. Ancak...Bugün bakanlıktan gelen yazı der ki. Eğitim görevlisi kadrosuna vekaleten atanmışım. Buna dayanarak ta eğitim ve idari sorumlu olmuşum. Vekalet.. Bu ne demek. Her türlü sorumluluğu al, ancak bunun sana sağlayabileceği avantajlardan yararlanma. Sabahın 7 sinde gidip akşamın 6 sında çıkıyorum. Sabahtan akşama kadar durup dinlenmeden çalışıyorum. Klinikte terapotik endoskopiden, ERCP ye, manometriden pH metriye-defekografiye, biyoimpedans uygulamasından endoskopik USGye,; açık ameliyatlardan, laparoskopik cerrahiye (kolon-mide dahil) robotik cerrahiye akılnıza yenilik anlamında ne geliyorsa yapılıyor. Tüm İstanbul un en fazla acil ameliyat yapılan kliniğiyiz. Geçen yıl %30 u acil olmak üzere yaklaşık 7000 ameliyat yaptık. bUnların yaklaşık %10 u kanser ve %30 u laparaskopik. 9000 endoskopi yapmışız, 3500 ü terapotik işlem içermiş. Haftada 2200 poliklinik yapıyoruz. iki hastaneyi işletiyoruz. Geçen sene klinikten çıkan yazı sayısı 1 SCI, 4 SCİ exp, 5 yurtiçi makale, 5 yurtdışı sözlü bildiri, 20 civarında yurt içi bildiri. 11 asistanın hepsinin yazısı var. Avrupa Travma Derneği ile 2 kurs (ESC), 1 adet laparaskopik kolon workshop u yaptık. Birkaç kongrede konuşmacı olarak yer aldık. TCD nin endoskopi eğitim merkezlerinden biri olmanın yanında artık ERCP eğitimi için hekimleri kabul etmeye başladık. ........... Şimdi soru şu. Ben ne için uğraşıyorum. Sanırım artık kendim için uğraşmaya başlamanın zamanı geldi.

27 Şubat 2012 Pazartesi

bunları unutmustum

26 Şubat 2012 Pazar

Bak yine çok olmuş ara vereli. Neden mi? Gereksiz alınganlıklar ve kamuoyu baskısı diyerek geçelim. Bazan of ya diyorum bi salın beni.Aman uzatma. Bunların hiçbiri aslında neden değil. Aslında nedeni tembellik. Tamamen tembellik. Tekrar toparlamak lazım. Geçen hafta arkadaşlarla kahvaltıdan bir resim. Sizde ne uyandırıyor.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Evet, Antarktika dayız sanırım. Buz, kar vesaire. Neyse. Hayata geçmişe baktığınızda hangisini söylemek sizi daha rahatsız eder. "Keşke yapsaydım" "Keşke yapmasaydım" İlginç bir soru değil mi? Ancak cevaplarken gerçekten dürüst olmak gerekli. Ben mi ne düşünüyorum. Kolay. "Keşke yapsaydım" dememek için gereken her şeyi yaptım. Bir yığın hata ile birlikte en az onlar kadar güzel bir yığın şey gördüm, yaşadım. Muhtemelen yapmadığım yığınla şey vardır ama benim gördüklerim yaptıklarım bana yetti sanırım. Şimdi bazan bir davranışla, bir kelime ile, bir bakışla, ya da anlık yüzden geçen bir mimikle karşılaştığım zaman çoğunu tanıyorum, biliyorum. Bazan söylüyorum da ben bunları yaptım nolur beni aptal yerine koymayın, ben şimdi dönüyorum o yoldan. Siz daha gidiyorsunuz. Keşke yapsaydım dememek için uğraşmanın en kötü yanı bir süre sonra başlangıçta koyduğunuz kuralların anlamını yitirmesi, giderek anlamsızlaşması, çerçevenizin giderek genişlemesidir. Hatta bir süre sonra kuralsız hale gelmenizdir. Bazıları buna dibe vurmak diye de tanımlayabilir. Hatta birileri derler ki dibe vurmalısın ki tekrar yüzeye çıkabilesin. Peki masumiyet. Ne zaman kaybolur. İlk yalan söylediğimizde mi, ilk hata yaptığımızda mı? ne zaman? Bunları düşündüren ne mi bana? Şu resme bir bakın anlarsınız.
Şimdi ise ne yapmak istiyorum sizce. Kimsenin delilikleri ile ya da ahlaksızlıkları ile ya da hezeyanları ile uğraşmak istemiyorum. Sadece ve sadece şunu görmek istiyorum artık.
Ha tabii bunları da unutmayalım lütfen

23 Ocak 2012 Pazartesi

Ooof, oof. uykum var. Hastaneye gitmem gerekli olacak gibi. Mor, melankoli rengi miydi? Bazan herşey üst üste gelir mi hayatta? Ya da bir şey kötü gitmeye başlarsa sonra ki herşey de kötü gitmeye devam eder mi? Bu durumda ne yapmalı. Bir ara verip kocaman bir n
nefes alıp tutmalı ve sonra oyuna , pardon hayat devam etmeli. Değil mi? 16 yaşında çocuk börek yerken özefagusu nasıl perfore eder ki? Neyse. Hilal kızımdan; Kızım yana çekilir misin ben de oturacağım. Tabiki babacığım sen dersin de ben yapmaz mıyım? Ve böylelikle 10 yıl sonra kimin parmakta oynatılacağı ve oynatacak olan da belli olmuş oldu. Peki oğluma ne dersiniz. Oğlum ne yapıyorsun Robot. Hilal kulağıma Kayra kendisinin arkadaşının kendisi olduğunu zannediyor. O yüzden kendisine arkadaş olarak robot yapmaya çalışıyor.... Bu da bir düşünce tabii. Saygı duymak lazım. Peki Aysara'ya ne demeli. Bugün okul tatilde Annelerini çıldırtmış arkadaşlar. Üçünü aldım karşıma konuşuyoruz. Yaptıkları yaramazlıkları söylüyorum ve nedenlerini sorguluyoruz. Sırayla cevaplar şöyle. Hilal ben hastaydım, yapmadım (HAKLI); Kayra, 2 kez yaramazlık yaptım (arkadaşı annesi 2 kez uyarmış); Aysara nın takıldığı nokta bambaşka. Sen nerden biliyorsun bunları. Nasıl öğrendin. Bizi mi izliyordun. Evet özgür kızımız da kendi yolunda. Önemli olan onun yaramazlığı değil, benim nasıl öğrendiğim. Yaramazlık mı dedim. Peki bu sizce ne acaba. Dışardaki bir kahvaltımızdan bir enstantene.....

16 Ocak 2012 Pazartesi

Ne kadar oldu. 10 gün mü? Artık çocuklarla birebir vakit geçirmeye karar verdik. Geçen hafta sonu Cumartesi Aysara ve Pazar günü ise Yusuf Kayra ile vakit geçirdim. Çok güzeldi. Artık kendilerini ifade edebiliyorlar gerektiği zaman hayır diyerek kişiliklerini ortaya koyabiliyorlar. Bu ne kadar iyi bilemiyorum. Aslında teorik olarak güzel ama karşınızda size diklenen 3 yaşında bir velet. Bazan bunu tolere edebilmek gerçekten güç olabiliyor.)))). Yusuf Kayra ile (Oğlum isminin bu olduğunu söylüyor Yusuf veya Kayra değil) çıktığımızda beyefendi sandalye yerine tabureye oturdu ve saatimi alarak taktı. Onu ömür boyu saklayacakmış.
Çok güzel bir yazı okudum. Bugün onu paylaşalım bakalım. Ahmet Altan'ın Taraf gazetesinde yazdığı bir yazı. Artık hepimiz ucundan kenarından yapay bir görüntüyü gerçek zannettiğimizi hissetmeye başladık.Bizim seksen yıllık cumhuriyet bir sahtelikler cumhuriyeti.Mustafa Kemal, Selanik"te doğmuş, askeri okullarda nispeten Batılı bir eğitim almış, Sofya"da ataşelik yapmış, Almanya"yı görmüş genç bir generaldi cumhuriyeti kurduğunda.Okuduklarımdan anlayabildiğim kadarıyla iki büyük tutkusu vardı. Birincisi lider olmak. İkincisi de, ta gençliğinden beri söylediği gibi Osmanlı"nın d! iğer top raklarından vazgeçip Anadolu"da büyük bir Selanik yaratmak. Güzel kadınlar, şık beyler, balolar, danslar, temiz evler, çiçekli bahçeler, köylerde vals çalan orkestralar, kahve ve konyak kokan cafeler, beyaz örtülü lokantalar... İlk amacına ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti"nin tartışılmaz lideri oldu. Bir devletin liderliğini ele geçirmek zordur ama bunu yapabilecek yetenekleri vardı ve başardı. İkincisi ise zordan daha zordu. Yüzlerce yıllık gelenekleri yıkmak ve başka bir tarihin, başka bir mücadelenin, başka bir kültürün sonucu olan bir ülkeyi burada yeniden kurmak öyle bir kişinin kararıyla olacak iş değildi. Onun hayalindeki ülke ne Osmanlı"nın bir mezbele halinde tuttuğu Anadolu"nun geleneklerine, ne de Müslümanlığın inançlarına uyuyordu. Sanırım bütün diktatörlerin düştüğü hataya düşüyordu. İstediği şeyin iyi olduğuna inanıyordu ve önerdiği iyiliğin kabul edilmemesine sinirleniyordu. Zorla şapka giydirdi, zorla Batı müziği dinlettirdi, zorla dans ettirdi.. Ama bu iş zorla olacak bir iş değil di. Onun hayal ettiği ülkeyle, yönettiği ülkenin gerçekleri birbirini tutmuyordu. Bütün baskıya, gazetelerin bütün yayınlarına rağmen yönettiği insanlara yabancı biri olarak kaldı.. Birçok açıdan muhalefet! le karşılaştı. Müslümanlar, bu Batılı hayat tarzını reddediyorlardı ve emirle Batılı olmaya yanaşmıyorlardı. Kürtler, kendilerine Kurtuluş Savaşı sırasında söz verilen eşitliği istiyorlardı. Demokratlar, diktatörlüğüne karşı çıkıyorlardı. Onu ürkütecek kadar gerçek kökleri olan direnişlerdi bunlar. Sanırım hem ürktü hem öfkelendi. Korkunç bir baskı uyguladı. Kürt liderlerini astı , Müslümanları gazeteler vasıtasıyla irticacılar olarak ilan etti, demokratları Meclis"ten attı, solcuları hapse koydu. Orduyla ve sivil bürokrasiyle bütün ülkeyi denetimi altına aldı. Ve çok istediği Selanik"i, büyük şehirlerin yeni zenginleri ve bürokratlarla yarattı. Artık Atatürk olan Mustafa Kemal"i memnun edecek göstermelik bir Selanik yaratıldı memleketin küçük bir parçasında. Geride kalan kısımlar da, yeni Selaniklilerin esiri durumuna düştü. İnsanlar kendi ülkelerinde bir söz hakkına sahip olamadılar. Kürtler, Müslümanlar, demokratlar, solcular devletten dışlandılar. Bu Selanikleşme hareketine Atatürk ilke ve inkılapları adı takıldı ve bunlara uymayanlar devlet düşmanı ilan edildi.Biz bugün Türkiye"de Selaniklilerle Anadolulular mücadelesini yaşıyoruz. Atatürkçüler, bizim önerdiğimiz güzel ve iyi bir şey, neden buna karşı çıkılıyor diyorlar. Samimiler bunu söylerken. Ama bunun zorla olamayacağını, emirle gerçekleşemeyeceğini, hayatın kendi doğal akışı içinde biçimlenmesi gerektiğini kavrayamıyorlar. Cumhuriyet tarihi boyunca ezilen, dışlanan Müslümanlar, Kürtler, demokratlar, solcular şimdi haklarını istiyorlar, Selanikleşme hayali uğruna yaşadıkları baskılardan kurtulmaya uğraşıyorlar. Kürt açılımı, muhafazakarların zenginleşip örgütlenmel eri, demokratların seslerini yükseltmeleri, değişen koşulların sonucu olarak yaşanıyor. Mustafa Kemal"in çok istediği o güzel kokan memleketin yaratılması şimdi artık mümkün gözüküyor ama bunu buranın halkı, kendi isteğiyle, artık böyle bir hayata hazır olduğu, zenginleştiği, dünyayla ilişkiler kurduğu için gerçekleştirecek.. İşin belki de en şakacı yanı ise şimdi buna Atatürkçüler in karşı çıkması. Çünkü onlar bunun Müslümansız, Kürtsüz, demokratsız, solcusuz olacağını sanıyorlar. Atatürkçülere aslında bir müjde verebilirim, istediğiniz gerçekleşecek ama bunu halk kendine uygun biçimde yapacak. Ne dersiniz haklılık payı var mı?

2 Ocak 2012 Pazartesi

Evet iyi akşamlar herkese. 2012 nasıl başladı derseniz aslında iyi başlamıştı. Ta ki sevgili anestezi teknisyeni kalibrasyon tüpünü çekinceye kadar.Ve ameliyat birden bire kompleks hale geliverdi. Ama yine de iyidir. Daha kötüleri olabilirdi. Dün akşam arkadaşlardan birisi bir video yolladı. acaba o yerlerde sürünen kaymakam mı yoksa devlet mi? Bu devlet bu hale gelecekmiydi? ya da aynı olay acaba trabzon da olsa devlet aygıtı nasıl davranırdı? Geçen yıldı sanırım fındık üreticilerinin yolu kapatma eyleminin nasıl sonuçlandığını hatırlıyorum da nasıl hışımla gitmişlerdi kalabalığın üzerine görevliler. Neyse bugün 2 kişi daha kliniğimize katıldı. Cevher bey ve Cem Bey. Hoşgeldiniz diyorum. Bir çalışma arkadaşım neden yapacaksın dese de Kliniğimizde nakil ünitesi için ugraşmaya karar verdim.Önümüzdeki hafta gastroenteroloji kliniği ile bu konuda konusmalıyız. peki bir soru. hastanenin ihtiyacının %70 ini karşıladıgınız bir konuda verilecek bir seminer için görev verilen kişinin kliniğinizi es geçmesine tepki vermek harislik midir sizce. bu kişisel değil. Öncelikle bunu söylemeliyim. Önce katılıp bir kaç laf edeyim dedim. ama ilgili kişinin vereceği tepkinin ağyalarak orayı terketmek olacağını düşündüğüm için vazgeçtim. herkes kendi yoluna gitsin dedim kendi kendime. neyse. dün akşam baktım aysara kızım merdivene oturmuş. eller çenede. ne oldu kızım dedim.cevap "
"ANNEM BENİ ANLAMIYOR" evet genç bir kızımız var artık. imdat kızım büyüdüüüüüüü. ooooffffff.

1 Ocak 2012 Pazar

Bu arada rüküş bir kızım, bir araba da çocuk var.
Hoşgeldin yeni yıl. Umarım herkes için isteklerine kavuştuğu, hastalıkların olmadığı, mutlu bir bır yıl olur. Geçen hafta 2 sürrenal, 4 morbid obez ameliyatı ve bir yığın kanser ameliyatına girdim. Perşembe akşamı, pazartesi ameliyat ettiğim hastaya gece saat 02.30 da tekrar laparaskopi yaptım. Ancak birşey çıkmadı. Boşuna alarm. Ama yine de şimdi olsam yine yaparım. hasta gayet iyi şimdi. Çok ilginç bir duygu. Gece saat 02 de hastaneye kalkıp giderken. bir işlem yapmışsınız. ve hastada buna bağlı zarar görme olasılığı.Tamam bunun adı komplikasyon, dünyada tanımlanmış oranlarda görülüyor. Eski bir abimin dediği gibi "Sıfır komplikasyon istiyorsanız cerrahi yapmayacaksınız" İnsanlar komplikasyonla hatayı karıştırıyorlar. Ama bu yine de sizin kendinizi kötü hissetmenizi engellemiyor. Hastayı ve yakınlarını karşınıza alıp durumu açıklamak ve onaylarını almak. Söylediğim gibi bu sefer bir şey çıkmadı. Ama bunun getirdiği stres, yıpranma. Siz bir yanda içinizde bunları yaşarken, bunun karşılığında toplumda bize karşı ortaya çıkan infial bizim algılanmamız. Artık değer mi diye düşünmeye başladım. Bu kadar kendini harap etmeye kosturmaya. Ben tercihimi devlette çalışmak ve kendimce hizmet etmek üzerine kurdum. Ve bunun içinde kendi çapımda koyduğum hedeflere ulaşmak için koşturup duruyorum. Bulunduğum yerde en iyisini yapabilmek ve insanların hakettikleri kalite ve hızda hizmet alabilmeleri için. Bunun karşılığında takdir beklediğim falan yok. Ancak insan, üzerine bir de küfür yediği yada taciz edici davranışlarla karşılaştığı zaman tabii durup bir düşünüyor. Servis ve polikliniklerde yaptırdığımız anketler hastaların verilen hizmetten memnuniyetlerinin %94 ün üzerinde olduğunu gösteriyor. (Tabii çok bilmişler buna eleştirici getirecekler ama bu anketler hasta çıkarken dolduruluyor. O nedenle yanlış cevap oranları oldukça düşük olamalı.) Ancak hekimlerin ya da genel olarak hastane çalışanlarının memnuniyeti çok daha düşük. Burada bir yanlışlık var. sürekli gündeme getirilip duran toplam kalite var ya bunun bir ayağı eksik anlamına gelir bu. Bir diğer nokta çok bilmişlerin hemen veriştirecekleri ama siz de iyi para kazanıyorsunuz lafı. Geçen hafta yaptığım ameliyatların sadece 1 tanesinin özeldeki hekim ücreti bana bir ayda verilen paradan daha fazla bilginize. Dün akşam uğradığımız tekstilci bir arkadaşımın deyimi ile "ben biraz salaklık yapıyor muşum." Ve Cuma akşamı. Yeni yıla hoşgeldin, sevisimizdeki bazı arkadaşlara güle güle partisi. Sevgili Gülden'e organizasyon içine ve güle güle dediğimiz arkadaşlara hediye edilen "kol saatleri" ndeki desteği için hastamız Nimet hanıma teşekkürler. Kol saatleri neden tırnak içinde derseniz servis anlamıştır. Erşan Hocam, Selin Hanım ve Mehtap. Sizlere tekrar güle güle. Beyoğlu nda Cukka restoranda. 87 kişi. Eskiler yeniler. Tüm Bakırköy Genel Cerrahi Ailesi. Bizden ayrılmış olanlar. Ta Manisa dan kalkıp gelen Serkan, Manyas tan Özgür, Silivri den Berge. Şehir içindeki Berrin, Veysel, Ersen ve diğerleri. Ve Bakırköy de hala beraber çalışmaktan mutluluk duyduğum tüm arkadaşlar. Bu geceye katıldığınız ve bizleri yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederim. Ve Sevgili Zafer abi. Şu ana kadar yaptığımız hiç bir toplantıda bizi yalnız bırakmadı ve daima yanımızda oldu. Tekrar teşekkürler. Eğlenceli bir gece oldu. Ama biz Esra ile bir kez daha anladık. Bizim artık ruhumuz yaşlanmış. Esra bir ara çay istemeye kalkıştı. Saat 23.30 gibi kalktık. Bir güle güle seremonisine izin vermeden hızlı bir şekilde. Bize artık dostlarla muhabbet edebildiğimiz, şöyle derinden gelen bir sanat müziği çalan bir yer lazım. Böyle bangır bangır bağıran bir yer değil. Dostlarla muhabbet. Evet bize bu lazım artık. Ve bir başka şey. Eşim ve ben galiba bu toplum için biraz naif kaldık. İnsanların daha düşünceli olmasını bekliyorum. Benim düşündüğüm, hissettiğim gibi insanların da düşünceli olmasını bekliyorum. Ve böyle olmayınca da kırılıyorum. Ama bu galiba artık beklememem gereken bir şey. Her seferinde böyle hissedip artık insanlardan böyle şeyler beklemeyeceğim diyorum Ama olmuyor işte Can çıkar huy çıkmaz. Gerçi şöyle de bir gerçek var. Ben değişirsem ben ben olmam ki. Aman neyse herkese tekrar iyi yıllar. Samet, yandın sen. Ve Menekşe abla yemin ederim ki sadece bu kadar başka bir şey yok.